GOGOL KAMPI
“Gogol dedik çıktık yola
Don Kişot’la kurduk oba
Palto’suyla Burun’uyla
Sen ne büyük adamsın Gogol Amca”
Merih B.
“Burnumuzun
ucunu görecek durumda değilken, burnumuzun dikine giderek, Rus edebiyatına
burnumuzu sokalım dedik. 'Büyük Burnu', pardon Gogol’ü seçtik . Peki bu üç günü
burnumuz kaf dağında mı gezdik? Ne gezer… Gogol, hepimizin burnunu sürtmeyi
başardı. Ama biz yılmadık. Hiçbir bilgiye burun kıvırmadan hatta canımız
burnumuza gelerek burnumuzun dikine gittik. Sonuç mu ne? Hık deyip Gogol’ün
burnundan düşmesek de Gogol’ün dünyasıyla burun buruna gelmeyi başardık.
Evet,
herkesin burnu yerindeyse bu yolculuğu burnu kanamadan hallettik demektir, o
zaman başlıyoruz.”
Rusya’dan gelen soğuk hava dalgasını Gogol’la yumuşatarak
yazı bitirmeye karar verdik. Üç gün süren bu kutlu görevde tam
manasıyla Gogollendik diyebiliriz.
Peki, bu üç
gün nasıl mı geçti?
Çaylar
kahveler hazırlansın, hazır mıyız?
Şu müziği de
iliştirelim de başlayalım yolculuğumuza…
Efenim
kimimiz başkentten düştü yollara, kimimiz Kocaeli, kimimiz Aydın, kimimiz kadim
şehir İstanbul ve tabii merkezimiz
tarihi şehir Bursa’dan. Şehre ayak basınca “Cağnımız organizatöremiz Kevser”
aracılığıyla özel aracımız bize merhaba dedi. Herkesi toplaya toplaya pek bir
rahat geldik obamıza. Bu yolda son dakika rahatsızlanan arkadaşlarımıza geçmiş
olsun der haklarını bir sonraki kampa saklarız.
Ve obaya
varış!
Yemyeşil
doğası, binbir çiçekli bahçesiyle nehir kenarında konuşlanmış kampçı dostu “Dostum
Doğa Sporları ve Turizm Merkezi” tam bize göreymiş. Söğüt ağacının altında
enfes nehir manzarasına karşı kurduk obamızı. Gogol’ün bayrağını göndere
çekerek ilk demiri günahsıza da çaktırdık ya artık sırtımız yere gelmez :)
Bayrağımızın büyüklüğü bizi sarıp sarmalamak isteyen Gogol’un gözlerinden piksel piksel anlaşılıyordu.
Bayrağımızı açarken :)
Ve artık
başlasın kampımız…
Geleneksel
tanışma etkinliği ile hem kaynaştık hem de gelecek üç günün sinyallerini aldık:
Çok eğleneceğiz :)
Kaynaşan
grubu aldı bir ürperti, dedik Novodeviçi mezarlığından haber geldi, artık
vaktidir Gogol’u selamlamanın, var
mısınız onu daha iyi tanımaya?
Kızımızı
Gogol’u en iyi tanıyan tüccara mı yoksa burun sahibi 9. Dereceden memur
Çiçikov’a mı versek kararsızlığını gidermek için bir yarışma yapmak şart oldu.
Çay ve simidin sponsorluğunda kıran kırana geçen yarışmanın gruplarına bir
bakalım
Merih ve fotoğraf karesinde olmayan Özlem :)
Bengü ve Nesrin
Samet Ve Rahim
Jüri ve moderatörler
Selman - Elif - Kevser
Ve etkinlikten kareler
Neler
öğrenmedik ki, Gogol Bordello'yu, Novodeviçi mezarlığında ülkemizi temsilen
yatan mezar arkadaşı Nazım’ı, peygamberimiz Puşkin’i, tiyatrolarını, filmlerini ve
daha neler neler…
Ve kazanan... and the Gogol awards goes to…
"Eşit Ağırlık" grubu
Bu da ödül
törenimiz…
Bilgi
yarışmasında çok çaba sarf ettiğimiz için enerji toplamaya doğru mangal başına.
Efenim grubumuzun her bir üyesinin on parmağında on marifet olduğu için dört
koldan çalışarak bu enfes sofrayı hazırladık.
Her kampımız
bir yenilikle kendini geliştiriyor efenim
Ülkemizde
iyi şeyler de oluyor dedirten bir bilgi vermek isteriz. 2010 yılında TRT Türk'te yayınlanan, “Kentler ve Gölgeler” kentlerin
ruhunu yansıtan sembol isimlerini, yaşamlarından örneklerle; Türkiye’nin
başarılı isimlerinin eşliğinde, yaşadıkları ülkelerin atmosferinden ekranlara
getiriyor. Türkiye’den alanlarında uzman sanatçılar, Avrupa’daki
meslektaşlarının peşine düşüyorlar. Sanatlarıyla damgalarını vurdukları
şehirlerde, onların izlerini sürüyorlar.
Biz de Gogol’u daha iyi anlamak için, doğduğu ve edebiyatının
beslendiği topraklarda Kiev’de dinledik. Film aralarında yaptığımız sohbetler
de ayrı bir hava kattı, muhteşem bir paylaşım yaptık.
İlk günü kapatırken olmazsa olmazımız ateş başında şiirli
şarkılı eğlencemiz…
Bengü arkadaşımızın ukulelesi ile Gogol başlığında çıktığımız yola, müzikle beslenip Nazım’a Cem Karaca’ya Can Yücel’den Ahmed Arif’e tüm kalplere dokunarak uçtuk dünyanın tüm topraklarına…
Gece bizi devirmedi, biz devrildik de döküldük yollandık çadırlara ertesi güne umut ve heyecanla.
Sabah güneşini selamladık hep beraber, geleneksel
uyanma marşımızla, hangisi mi?
Yoğundu bugün programımız, dört koldan hazırlıklar
tamam, bir takipçimizin de deyişiyle "Yığışıp Gogol danışılacak." Evvela bir
ısınma oyunu lazım bize, kitabı konuşmadan kendimizi konuştuk ki iletişim
dilimizi öğrenelim. Dinliyoruz konuşuyoruz ya hazırız artık Gogollenmeye.
Don Kişot Kampçılarının kitap atölyeleri başkadır, hem
çok renkli hem bol kaynaklı hem de yaratıcı drama etkinlikleriyle desteklenir.
Yazarın eserin her adımını anlamaya ant içmiş çıkarız
yola, durur muyuz?
Atölyeye başlamadan önce tüm katılımcılarımıza bir
hediyemiz vardı.
Erdal Öz’ün
1956-1998 yılları arasında, aralıklarla tuttuğu günlükleri: Yarın, Nasıl Bir
Gün Olacaksın? Erdal Öz, 50’li yılların ortalarında, yirmili yaşlarının
başlarında tutkulu bir gençtir; durmadan okur, kendi kuşağından arkadaşlarıyla
birlikte “yeni” bir edebiyat dilinin peşine düşer. 70’lerde edebiyat tutkusuna
devrimci düşünceler eklenir, sahibi olduğu Sergi Kitabevi’nin paket kâğıtlarına
yazdığı alıntılar gerekçe gösterilerek tutuklanır, günlüklerini küçük kâğıtlara
yazar. 90’lı yıllarda artık ünlü bir yazar ve yayıncıdır. Ülkesinin
sorunlarıyla ilgilenmekten de, edebiyat tutkusundan da hiç taviz vermemiş bir
yazar…
İşte Atölyemiz
Önce Rusya dolaylarından ezgilerimizle yola çıktık,
Neva Bulvarı boyunca dizilmiş tablolarını sergileyen ressamımız Çartkov’un
tablolarının önünde Piskarev’le bir soluk aldık, Akakiy’in soyulduğu Kalinkin
köprüsünde dolaştık, ah burda olsak kaptırır mıydık Palto’yu, bindiğimiz gibi
faytonumuza uzaklaşırdık İspanya Kraliyet Sarayı’mıza doğru, bir de
kaptırmamaya çalışarak burnumuzu…
Bunlar da atölyemizden kareler
Saatlerce süren Gogollenmeden neler neler çıkardık.
Dinleyelim arkadaşları;
İlk öykümüz;
Neva Bulvarı
Neva Bulvarı’nda
yürüyen insanlar tıpkı bir podyumda yürür gibi bulvara çıkmadan önce özenle
hazırlanıp kendilerini gösterme derdindeydi. Bu bulvarda her şey bir maskenin
ardına gizlenmişçesine sunilik barındırıyordu. Sanki burada zaman ikiye
bölünüyordu. Öğleden önce insanların yaşam telaşıyla hızla akan caddede,
öğleden sonra adeta ağır ve gösterişli bir şölen düzenleniyordu.
Neva Bulvarı'nın
tasvirini okuduğumuzda adeta bir sosyal medya çağrışımı geliyor aklımıza. Çünkü
"Neva Bulvarı, insanoğlunun yarattığı en iyi şeylerin sergi alanı
niteliğindedir. Herkes bir şeylerini göstermeye çalışır." ayrıca Gogol
"Düşlerimizde gördüğümüz şeylerle gerçek dünya arasında ne kadar uyum
varsa, onunla Petersburg halkı arasında da o kadar uyum vardı." diye
tanımlıyor Neva Bulvarı'nı. Baktığımızda da aslında sosyal medyada gördüğümüz
ve gerçek olan arasında da benzer bir ilişki var diyebiliriz.
İşte tam burada iki
arkadaşın, ressam Piskarev ve teğmen Pirogov’un öyküsü vuku bulur. Caddede
yürüyen iki güzele meyleden bu arkadaşlardan Piskarev yani, sanatın, duyguların
ve hayallerin insanı, yani bir ressam, bir kadına vurulur, peşinden gider.
Neva Bulvarı’nın
ışıltıları altında güzelliği, giyim kuşamı ile kendine yücelik katmış kadının
iffetsiz olmasını kaldıramaz ve düşler âleminde kaybolup gider öyle ki;
”Sonunda tüm yaşamı düşler oldu, bu değişimle birlikte de gerçek âlemle düşler
âlemi yer değiştirdi sanki ve şöyle bir terslikle yüz yüze kaldı: Uyanıkken
uyuyordu, uykudayken ise uyanıktı.”
Bir çöküşün öyküsüdür
Piskarev’inki.
Dönemin insanlarını,
kadını ve erkeği, şehrin aldatan ışıltısını çok güzel işlemiştir Gogol. 200 yıl
geçmesine karşın pek de bir şey değişmemiş sanırım. Günümüzün Neva Bulvarı da
instagramdır, facebooktur, onbeş kameralı telefonlardan çekilen filtrelenmiş bir
dünyadır Neva Bulvarı.
O yüzden biz biz
olalım, Neva Bulvarı’na inanmayalım!
Burun
Bir sabah uyandığınızda
yatağınızda böceğe dönüşmüş olarak uyanabilir; kahvaltı masanızda ekmeğinizin
içinden bir başkasına ait burun çıktığına veya kendi burnunuzun dikine giderek
gezintiye çıktığına şahit olabilirsiniz. Yaşamın size ne sürprizler
hazırladığını bilemezsiniz öyle değil mi? Gogol’un Burun öyküsünü okuduğunuzda
büyüsel ama bir o kadar da gerçek bir dünyaya gideceksiniz. Gideceğiniz bu
dünyada burun öyle yükseklerde görür ki kendini üçüncü dereceden bir
memurmuşçasına dolaşır sokaklarda. Zaten gerçek hayatta da insanın makamı
yükseldikçe “burnunun büyüdüğüne” şahit olmuyor muyuz?
Burnunu kaybeden,
sekizinci dereceden bir memur olan Kovalev’in burnunu araması, burnun bir
kişiliğe bürünmesi, kabullendiği anda geri gelmesini anlatır. Fakat nasıl bir
anlatım! Bu burun Kovalev’in karakteri midir? Kibri mi?, Hayalleri midir? Yoksa
alelade bir burun mu? Ya da her şey bir rüyadan mı ibaret?
Bütün bunları
anlatırken bir taraftan da dönemin bürokrasisini eleştirir Gogol. Burnunu
bulmak için gittiği gazete çalışanının, zengin bir kadının kayıp köpeğinin
ilanını yazarken Kovalev’in burnu için çaba sarf etmemesi, emniyet müdürünün
onunla alay etmesi, insanların kayıtsızlığı… Sonunda büyü gibi nedenlere
bağlaması da çaresiz kalan insanın nelere sığınabileceğini gösteriyor.
Hikayede alt zümreden
olan bir berberin bir şey yapmamasına karşın suçlu bulunması, burnun onun
ekmeğinden çıkmış olması da ayrıca güzel bir iğnelemedir. Ekmek emeği temsil eder,
burunu da sümük, yapışkan gibi düşünürsek pisliği çağrıştırdığını görebiliriz.
Rusya'daki o dönem memurlar arasındaki yolsuzluk, rüşvet gibi durumlar da
halkın emeğinin sömürülmesi ya da haksız kazanç gibi yorumlanabilir.
Rusça “HOC” olarak
yazılan burun tersten okunduğunda “COH”, yani hayal anlamında kullanılır.
Karakterimiz burnunu kaybettiğinde aslında hayallerini de kaybediyor.
Peki, burunla ilgili deyimleri hiç düşündünüz
mü bu hikayede?
Burnu havada olmak
Burnunu sokmak
Burnu düşse almamak
Burnu büyük olmak
Burnu Kaf Dağı’nda
olmak
Burnunda tütmek
Burnundan fitil fitil
getirmek
Burnunun dikine gitmek
Burun kıvırmak…
Burun ile ilgili
Nabokov "Onun yaratıcı çalışmalarını incelerken Leitmotiv olarak burun ile
hep karşılaşacağız; kokuları, hapşırıkları ve horultuları onun kadar büyük bir
hazla betimleyen yazar bulmak zordur. Şu ya da bu kahraman, sanki burnu bir el
arabasına konmuşçasına, yuvarlanaraktan konuya dalar;" yazmış ki Gogol'un
hangi öyküsünü okusak gerçekten de dediği gibi burunlarla karşılaşırız. Adeta
ayrı bir karakter gibi önemli burunlar Gogol için. Kendi burnu çirkin diye mi
böyle yoksa Freudsal bir anlam mı aramalıyız (burun – penis ilişkisi/kastrasyon
karmaşası) bilemeyiz.
Ama okurken çoğu kez
tebessüm ettirdiği ve hikayelere sıcak bir hava kattığı aşikar.
Portre
Sanat sanat için mi
sanat para için mi?
Tüm insanlığın lanetini
üzerinde taşıyan bir tefeci, onun ürkütücü gözlerini ve gizlerini betimleyen
portresi... Paranın ve şöhretin gücüne
yenik düşerek ideallerinden vazgeçen ve sonunda portrenin lanetine bulaşıp
aklını iplerini elinden kaçıran ressamın öyküsü size kimliğimizi sorgulatacak...
Sanat ortaya neler
çıkarabilir, neyin peşindeyiz, hayat ideallerimiz neler, iç dünyamız sanatı
nasıl etkiler? İki kısımda oluşan portrede bu meselelerin hepsi üzerine
düşünebiliriz. Çartkov’un idealist temiz bir ressamdan bir canavara dönüşümünün
öyküsünü anlatırken bizlere de düşünecek birçok mesele bırakmıştır Gogol.
Bu öyküdeki portenin
canlanıyor, ruh kazanıyor olması Oscar Wilde’in Dorian Gray'in Portresi eserini
de anımsatıyor. Özellikle ikinci bölümde portrenin yapılış hikayesi
anlatılırken "...bu çizgileri tuvaline aslına uygun bir biçimde
aktarabilirse doğaüstü bir güçle sürüp gidecekti yaşamı, böylece de bütün
bütüne yok olmaktan kurtulacaktı; bu dünyada varlığını sürdürmesi gerekiyordu
onun" kısmı tamamen gençliğini hep korumak istediği için doğaüstü bir
güçle anlaşan ve kendisi yerine portresi yaşlanan Dorian Gray'i. Belki de
Gogol'un ressamı Çartkov da Dorian Gray gibi ruhunu şeytana yani paraya satıyor
diyebiliriz.
“Kuşkusuz abartma payı
vardı bu öykülerde” diyerek ne kadar fantastik dünyalarda gezindiğini de
bizlere aktarır. Öbür taraftan resim sanatı aracılığıyla sanat alanında
eleştirisini yaparken edebi alanda da ne kadar özgün, kendi çizgisinde bir
edebiyatçı olacağını da bizlere göstermiştir. Kitapta yer alan diğer eserlerine
nazaran daha fazla açıklama gereği duyduğu bu hikayede, ilk bölüm sonu itibari
ile bizlere yeterli mesajı verebilecekken, ikinci bir bölümle hikayedeki
eksikleri kendisinin doldurmuş olduğu bir eserdir.
Palto
“Hepimiz Gogol’un
paltosundan çıktık.”
İçinde bulunduğu
sistemin gaddarlığını esprili bir dille anlatmıştır Gogol kendinden
sonrakilere. İhtiyaçlarını karşılamak adına büyük sıkıntılara giren Akakiy
Akakiyeviç’in hikayesidir bu, doğduğunda hayatın güzel bir isim sunmadığı bir
insanın öyküsüdür, dünyaya müdahale etmeyen, tek görevi yazıları temize çekmek
olan bir adam. Yegane zevki işidir, eğlenmez, arkadaşlık kurmaz, yer içer ve
uyur. Ellili yaşları geçkindir ve terfi alamamış çalışkan bir memurdur. Hoş
terfi şansı gelmiş olsa da geri çevirmiş ve bildiği iş olan temize çekme
memurluğuna devam emiştir.
Yüzyıllar geçip
coğrafyalar değişse de bazı insanların insanı insan yapan değerlerden ne denli
yoksun olduklarını bir kez daha görmemizi sağlamış pek sevgili yazarımız Gogol.
Öykünün başkişisi Akakiy Akakiyeviç’in adı soyadı bile bu kahramanın tekdüzeliği
ne kadar içselleştirdiğini kanıtlar nitelikte.
Sistemin bu saf ve
çalışkan insan karşısında ne kadar gaddarlaştığını anlatırken, bürokrasinin
lüzumsuz işlerini de eleştirir Gogol. Bir palto almak için çalışırken yaktığı
muma kadar tasarrufa giden Akakiy, önce insanların saldırılarıyla, sonrasında
bürokrasinin tokatıyla alt üst olur. Gogol, Akakiy’in hayaleti ile intikam alır
tüm bu sistemden. Gerçekten Akakiy’in hayaleti midir, yoksa vicdan muhasebesi
mi yahut sistemin bir gün gelip güçlü ettiklerini yutabilecek olması mıdır
tartışılır.
Kitapta hiçbir
anlatılan tesadüfi değil. Olayların gerçekliği Gogol'un sarkastik anlatımıyla
muhatabının yüzünde Petersburg'un soğuk rüzgarları kıvamında bir tokat etkisi
yaratıyor. Yazarımızın bu eseri yazarken, kendisine anlatılan ve etraftakileri
güldüren bir hikâyeden yola çıkmış olması da onun sıradanın ardındaki acı
gerçeği görme yetisi konusunda ne denli başarılı olduğunu gösteriyor.
Eser boyunca yazar
anlatıcı okuyucuyla sohbet ederek modern anlatı geleneğinin kalıplarını aşıp
anlatıya farklı bir üslup özelliği katıyor. Biçem özellikleri bir yana bu kitap
gerçekten kendiyle ve toplumla hesaplaşmak isteyenler için bulunmaz bir
nimet...
Uzun lafın kısası palto
meselesi her çağın meselesidir, haliyle Dostoyevski Gogol’un paltosundan
çıktığımızı söylerken besleneceği kaynağı da işaret etmiştir. Tolstoy’dan,
Dostoyevski’den yer kalmamıştır belki o paltoda ama bizler de bir köşesinden
tutabiliriz bu paltonun.
Bir Delinin Anı Defteri
Algıladığımız
gerçekliğin ne kadarının bize ait, ne kadarının kurgusal bir düzenin bir
parçası olduğunu biliyor muyuz? Bir günlük tutsak ve orda düşlediğimiz ülkenin
kralı olsak kim karşı çıkabilir bize? Umduğumuz dünya yaşadığımızdan daha
güzelse böyle bir düzenin parçası olmak orda düş uykusuna yatmak güzel olmaz
mı? Bir Delinin Anı defterini okurken herkes kendi ütopyasını kurgulamalı çünkü
bu çirkin düzenden kaçmak için bir yerlerden başlamak gerekiyor.
Köpekten mektuplar almak, büyük şeyler olacağını hissederken ispanya kralı olmak, görevin müdürün kalemlerini açmakken müdürün kızının senin aşkından yanıp tutuşması… Hayat böyle insanlar için çok zordur, bir taraftan krallığın tüm yükü, öbür taraftan Sofie’nin aşkı, Ivanov olmasa bu kadının, bu ülkenin hali nice olur. Dünya da garip
bir yer olmaya başladı, bakkaldan çay alan inekler konuşan balıklar, nereden
çıktı bunlar. Bir de köpekler var tabii bu kadar zeki canlılar konuşabildikleri halde niçin susuyorlar, dünyada bu
kadar sorun varken onlar da fikirlerini söyleseler bir şeyler daha kolay
çözülmez mi? Tabi İspanya kralı olarak bu problemlere çözümler üretmek
Ivanov’un boynunun borcudur. Kim yaşadığı ülkede böyle bir kral istemez ki,
üstelik bu İspanyolların garip tahta çıkma adetleri varken, kralı falakaya
yatırmak da neymiş! Bir önceki kralı kaybetmeleri de cabası, ne acayip millet
şu İspanyollar, neyse ki Ivanovic bir kadın başa geçmeden olaya el koydu da
problem kalmadı.
Biz ikna olduk İspanya
Kralı’na.
Fayton
Bu konu hakkında
konuşmak istemiyoruz :)
Tüm bu hikayeler
başımızı döndürünce biz de kitaptan yeni bir dünya çıkardıkJ
“Siz
siz olun Neva Bulvarı’na inanmayın!” Zira bedenden koparak bağımsızlığını ilan
etmiş, yüksek dereceden iki dirhem bir çekirdek memur burunlar, kıl
aldırmamacasına çalımlı çalımlı kol gezerler orada. Bu önemli burunlar kendi
derecelerindeki burunlarla karşılaştıklarında, soylu olmanın onlara armağan
ettiği üstün bir aristokrat havayla önceki akşam izledikleri tiyatro veya
konser, yahut havaların gidişatı gibi önemli konular üzerinde uzun uzun fikir
mütalaalarında bulunduktan sonra akşam toplantılarında kâğıt oynamak üzere
başka önemli burunlarla buluşurlar.
Bu
önemli burunlardan sıkılırsanız Petersburg’un ıssız ve tekinsiz ara sokaklarına
girmek gerekir biraz. Örneğin çağın en yetenekli ressamlarından birinin
dairesine çıkarken paltonuzun, çizmenizin kirlenmemesi için titizlikle
tırmanmalısınız merdivenleri. Dairesine girildiğinde duvarda asılı onlarca kez
yamanmış bir paltonun eşlik ettiği sefalete acınırsa üç beş ruble bırakarak,
kafa karışıklığından asla tamamlanamayacak, ancak yine de sanat kıpırtılarından
yoksun olmayan bir tuval satın alınmak istenilebilir. Ancak ressamla geçirilen
vakit çok iyi değerlendirilmeli. Çünkü bir dahaki ziyarette dişil bir burnun
sebep olduğu hayal kırıklığıyla kendini öldürmüş olan ressamın, kapıyı
açamayacak olmasından sebep evde olmadığı sanılıp kapıdan dönülmek zorunda
kalınabilir. Veya kapıdan dönüldükten sonra bir kadeh votka için gidilen Neva
Bulvarı’nda, bir kupa arabasının içinde ressamın kendisiyle değil de burnuyla
karşılaşılabilir. Ancak önemli bir kişi olan ressam burnun yanına yaklaşıp iki
çift laf edebilmek ne mümkün!
En
iyisi mi Neva Bulvarı’ndan uzak durun siz.
Konuşuyor konuşuyoruz ama bitmiyor Gogol’un büyülü
dünyası. Özgürlük bu ya, dedik göl kenarına inelim de Gogol da biz de bir hava
alalım.
Derken grubumuzun faaliyetlerini uzaktan takip eden
meraklı bir gruba denk geldikJ Pek bir
hevesli, ilgili başlayan sohbeti enfiye çekerek yok olma arzumuzla
sonlandırdık. Cenahımızın özelliklerinin şıp denilip anlaşıldığı(!) anda okumanın ne büyük bir nimet olduğunu bir
kez daha anladık.
Zihinsel
doyumu yakaladıktan sonra vücut diğer açlık için sinyal vermişti. Kendimizi
mangala mı atsak yoksa ekmek arası sucuk mu yapsak ikileminde kalınca iki
etkeni birleştirip mangalda sucukla kendimizi şımartmayı tercih ettik,
delirmedik.
Ve sırada
Türkiye’de bir ilk, kampımızın medarı iftiharı, zengin olursak patentini
alacağımız, kendi kendini sürekli yenileyen, nefesleri kesen(bu gerçek),
zıplayarak puan üreten, Elif’in keyfinin kahyası, adaletin aranmadığı, bulunsa
da lazım olmadığı, her etapta ‘Ya bu yarışma şahane’ dedirten bol ödüllü, bol
bilgili, yüksek tansiyonlu efsane yarışmamız “Bilmek Lazım Değil”
Ve kıyasıya
geçen yarışmanın kazananı son dakika hamlesiyle Kevser oluyor. Karşınızda ödül
törenimiz:)
Ve gecenin
sonuna yolculuk.
Selman Bey
napıyorsunuz? :))
Son günün
vermiş olduğu hafif buruklukla hazırlıklarımızı yaptık ama Don Kişot
Kampçılarında etkinlik biter mi, tabii ki hayır.
Tamamen
kendi üretimimiz yerli ve milli Edebiyat Tabu’muz.
Kampımız eğlendirirken bilgiyi de çaktırmadan veren,
şahane etkinliklere sahip, sahi bunu daha önce söylemiş miydik?
Dış
mihraklardan uzak bu üç günümüzü böylece tamamlamış olmanın gurur ve mutluluğu
içinde heybemize bolca anı, gülümseten anılar, kampa özel espri dili,
instagramlık afili fotoğraflar, dolu dolu bilgiler paylaşmanın keyfi ve
edebiyatın çatısı altında kurulan sağlam dostluklar doldurduk.
Kampımıza
katılan, bizlerle bu etkinliği paylaşan binbir çiçekli bahçenin her bir renkten
çiçekleri;
Doktor
Samet’e
Sağlıklı
Bengü’ye
“Yaz”ın
temsilcisi Özlem’e
Alakasız
alakalı Nesrin’e
Sıfatsız, 7.
Dereceden memurumuz Rahim’e
Nigra’mız,
organizatörlerin piri Kevser’e
Tanımsız Merih'e
Gerçekçimiz
Selman
Ve bendeniz Big Brother/Sister Edolf’ten kucak dolusu sevgilerJ
İyi ki
geldiniz…
Yepyeni
kamplarda tekrar buluşmak üzere…
Bizi takip etmeyi unutmayın :)
https://www.twitter.com/donkisotkamp